8 Şubat 2011 Salı

Bira Bira Dalgalandı Dünya










Matthew LeTessier

Trt2 de İngiltere Süper Lig i ( o zaman ki adıyla ) özetlerini izlerdim,yanılmıyorsam Salı akşamları verirlerdi.Okay Karacan sunardı genelde.Collymore-McManaman-Fowler üçlüsünün küçük bir futbol aşığının hayatına damga vurduğu yıllardı.O zamanlar bırakın interneti pc bile yok evlerde,kağıt kalem elde o hafta oynanan maçların skorlarını,golleri kimin attıklarını,gol krallığını falan tutardım küçük bir ajandada.Bir ismin yanında isi yıldız atmıştım.Adı Matthew LeTessier ben onu o zamanlar Fransız zannederdim adı itibari ile.Babamla izlerken özetleri baba bak şimdi nasıl gol atıcak derdim ve evet yanılmazdım.Zira o yıllarda sıradan gollerine rastlayamazdınız,genelde uzaktan,büyük beceri ve teknik gerektiren goller atardı.Misal vermek gerekirse...

2 Şubat 2011 Çarşamba

KES

Ken Loach bize hikayeler anlatıyor.Her zaman "medeniyetin merkezi" olarak gösterilen Büyük Britanya'dan hikayeler.Bu da onlardan biri,daha doğrsu ilki.Film yanılmıyorsam Barnsley'de bir kırsalda geçiyor.Çok özelliği olan,çarpıcı bir hikaye değil,sıradan ama Billy'nin saf hikayesi.Altmetin yok,imge yok,duygu sömürüsü yok.Aslında sinema denilen sanatın o kadar da çok ekstralara gerek duymadan da yapılacağını gösteriyor Ken Loach bize.Yarı belgesel kadar gerçekçi anlatım,oyuncular amatör,müzik yok,kamera gizli gibi.Yarattığı kasaba atmosferi bunaltıcı,anne ilgisiz,abi maden işcisi umutsuz,öğretmenler ise filmin en gaddar karakterleri.Adaletsiz bir okul,öyle ki beden eğitimi dersi için çıktıkları futbol sahasında bile adalet yok.Billy de sıkışmış ve tek uğraşı bir doğan,sebepsizce ve amaçsızca bir kuşu eğiterek kaçıyor tüm dertlerinden.Doğan'ı eğitmek için bir kitap almak istiyor,kütüphane vermiyor,güvenmiyor Billy'e o da kitapçıdan çalıyor kitabı.Okulda evde sorunlar gırla o ise herşeyini Doğan'a veriyor.Billy o yırtıcı kuşun asla evcilleşmeyeceğini biliyor ve bunu bile bile kuşu bir yere kadar çıkarsızca eğitiyor.Okuldaki sevgisiz eğitmenler ise çocuklara film boyunca bunu asla yapmıyorlar.Bildikleri tek şey dayak.Bir hikaye dinlemek gibi,sinemayı sevmeyenlerin bile zevkle izleyeceğini düşünüyorum.Bir de şu var ki,film 1969 yılında çekilmesine rağmen gerek çekim kalitesi gerekse kamera kullanımı 90'lı yıllar gibi,zamanın çok ötesinde yani.Tarihini bilmeden izleseydim bu filmin 90lı yıllarda çekildiğine iddaya bile girebilirdim..Ken Loach yaşayan en büyük yönetmenlerden.Sadece bu film bile bunun net bir kanıtı.

1 Şubat 2011 Salı

Deniz Türküsü,Yahya Kemal Beyatlı ve Reha Erdem

Sinemamızın 3 büyüklerinden(Zeki-Nuri-Reha) Reha Erdem'in rüyasal sahneleriyle Yahya Kemal Beyatlı'nın eşsiz şiiri.Hem kulağa hem göze ama en önemlisi ruha hitap eden bu kısa filme bayılıyorum.Şiirin  son cümlesi ise başlıbaşına bir yaşam felsefesi.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Barış Abi'ye saygı duruşu ve 2 parça

Fazla söze gerek yok.O bir efsane,bize bıraktığı şarkılar,türküler,onlarca eser hala keşfedilmeyi bekliyor.Ruhun şad olsun Barış Abi.

Barış Abimiz ile ilgili daha güzel ve özel bir yazı için.
http://turbodreamss.blogspot.com/2011/01/adam-olacak-cocuk-ve-bars-abi.html

30 Ocak 2011 Pazar

Madeo

Öncelikle şunu söyliyim Madeo izlediğim en iyi cinayet-polisiye filmlerinden.Gerçi pek polis yok işin içinde ama benim diyen dedektife taş çıkaracak bir anne var.Bu yönetmenin daha önce "Salinui Chueok" adlı filmini de izlemiş ve yine çok beğenmiştim.Filmde uzakdoğu sinemasının kendine has anlatımı ve müthiş oyunculuklarını bulabilirsiniz.Kurgu da keza öyle.Filmde gittikçe artan tempo ve sürekli fikrimi değiştirten olaylarla 2 saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım.Çok güzel kamera trickleri var bir de filmde,izlerseniz farkedeceksiniz.Ayrıca filmin açılış ve kapanış sekansları şahane.Uzakdoğu sineması yaratıcılıkta şu an açık ara en iyi sinema.Ve yıllar sonra bu ve benzeri Uzakdoğu filmler kült olacak eminim.

Mono - Follow the Map

Post-rock camiasını takip etmeye çalışırım,çok dünleyince bir yerden sonra birbirine çok benzemeye başlasa da zaman zaman terapi niyetine açıp dinlerim.Son günlerde yeni neler çıkmış diye şöyle bir bakınırken,çok yeni olamasa da Mono'nun bu klibi ile karşılaştım.Mono'yu sık duymama rağmen es geçmiştim,gün bugünmüş.Bu  Kim Ki Duk filmlerine benzeyen klibi adamı fena yapıyor.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Çoğunluk

Evet teknik-taktik açıdan eksileri var, zaten ilk yönetmenlik deneyimini yaşıyan birinden bir başyapıt bekleyemezsiniz fakat film şu an Türkiye'de yapılmayan,yapılamayan bişey yapmaya çalışmış altından kalkmış- kalkamamış eleştirilir.Türk orta sınıf aile yapısına içerden bir bakış var filmde.Faşizmin ikili ilişkilerde başladığının altı çiziliyor.Olgunlaşma çağındaki oğullarına başta ailesi olmak üzere yakın çevresi kendi gibi olmayan herşeyi reddetmesi,uzak durması gerektiğini tembihliyor.Ama sorun o ki bunu yaparken biraz fazla bağarıyor film.Olayları sanki 15   yaşındaki bir çocuğa anlatıyor gibi mesajını çok açıktan veriyor.Bilemiyorum belki de "mesajımı  üstü kapalı verirsem ilk filmimden anlaşılamayabilirim" korkusu da olabilir yönetmenin.Malum Türk sinema izleyicisi pek sevmez altmetinleri.Yine de ben filmi çok beğendim.En çok da cesaretini .Yönetmenin eleştirdiği,rahatsız olduğu noktalara katılmamamak elde değil.Doğulu bir insana uzak durmak,belirli meslek gruplarına ait insanlardan daha zeki ve üstün olduğnu düşünmek,kadınlara sadece seksüel ihtiyaç için yaklaşmak,askerliğin yapmayanı adam saymamak maalesef bunlar ülkedeki çoğunluğun düşüncesi ve resmi.Ayrıca oyunculuklar da üst seviyede.Settar Tanrıöğen yine döktürmüş,Esme Madra ve Bartu Küçükçağlayan da iyi oynamış,Erkan Can'in ise rolü küçük olsa da yine her zamanki gibi başarılı.Film Yeni Sinemacılar'ın elinden çıktı.Filmin Venedik Film Festivalinde Geleceğin Aslan'ı ödülünü alması ise bana biraz jürideki Fatih Akın etkisi gibi geldi.Yanlış anlaşılmasın film oldukça iyi,diğer aday olan filmler nasıldı bilemiyoruz tabi ama sanki bu ülkede yaşamayanların bu filmi nasıl gördüklerini,nasıl okuduklarını düşününce bana mantıklı gelmedi ödülü alması.Örneğin filmde baba,oğlunun kız arkadaşının Van'lı olduğunu duyunca "olmaz o iş sen o kızdan kurtul diyor" Yani filmi izleyen yabancı jüri üyeleri Türkiye'de Van'ın nerede olduğunu,Orada ne gibi sıkıntılar çekildiğini,neden Van'lı birisine önyargılı yaklaşıldığını biliyor mu?Neyse uzatmıyım ödülü ASLAN'lar gibi kapmış.Bize de izlemek düşmüş.

Criterion Collection

Sinema sanatının en yüceleri,dehalar,kült yapımlar,başyapıtlar,efsaneler tümü Criterion Collection 'un koleksiyonunda.Sinefillerin ağzının suyunu akıtacak dev bir arşiv.Filmler zaten aşmış fakat asıl olay DVD kapaklarında.İnanılmaz kapaklar var,bazıları tasarımcılar tarafından hazırlanmış özel DVD kapakları bunlar.Menüleri,ekstraları kimbilir nasıldır.Fiyatlar mı ? Tabii ki ucuz değil 25 Dolardan başlıyor.Fakat kesinlikle değer.Blu-rayler DVDlerde ve boxsetlerde inanılmaz seçenek var.En kısa zamanda paraya kıyıp arşive katmayı düşünüyorum.En güzellerinden birkaç örnek:








3 farklı dehadan 3 farklı Time to Pretend

MGMT 'in Time to Pretend parçasını sözlerine çok da dikkat etmeden neşe veren melodisi ve huzurlu tınıyan soundu için dinliyordum ta ki Sigur Ros'un ruhani sesi Jonsi'nin yeni çıkan albümünden birkaç parça dinlemek için youtube a bakana dek."Yok canım MGMT'in Time to Pretend'i değildir dedim" fakat ta kendisiydi.O neşeli bildiğim parça Jonsi'nin o garip vokaliyle sözlerini de dinletti bana ve şimdiden kült bir parça oldu gözümde.Bizim zibidi çocuklar ne sözler yazmışlar meğerse.Hemen yan tarafda alakalı videolar da bir versiyonun da geçtiğimiz aylarda ülkemize uğrayan The Divine Comedy'nin baba vokali Neil Hannon tarafından da coverlandığını gördüm.Jonsi'den sonra Neil Hannon da parçaya piyano etkili enfes vokaliyle parçayı bambaşka yerlere taşımış.3 farklı versiyonu aşağıda hangisi daha iyi karar vermek çok zor.Benim oyum Neil Hannon 'a


Yeniden Blog Yazmak

Bir önceki blogumu sıkılıp kapamıştım.Yazmak zor geliyordu belki de.Bir de vakit bulma meselesi tabi.Pc başında bir meslekte çalışınca insan en azından iş dışında pc ve netten uzak durmak istiyor.Neyse bu blogda az laf  bol görüntü hedefliyorum.Kolay Gelsin bana