27 Aralık 2011 Salı

Saian - Feleğin Çemberine 40 Kurşun

Protest müziği seviyorum. Fakat bu topraklarda çok da cesaret edilen, kulak kabartılan bir tarz değil. Say deseler Bandista derim, Grup Yorum derim, Rashit derim, eskilerden Ahmet Kaya var. Bunun dışında albümlerinde veya konserlerinde araya 1-2 parça sıkıştıranlar var. Bazen Duman, Ezginin Günlüğü'nün eski parçaları, Kazım Koyuncu vardı mesela. Ama yine de 70milyonun üstünde bir nüfusa ve bunca soruna rağmen bu sayı çok çok az bence. Acaba müzikologlar bunu araştırıyor mu?

Yalnız Underground Rap 'de müthiş bir enerji var. Biraz nette araştırınca sıkı işlerin yapıldığını anladım. Çok cesur, sivri dilli ve sertler. Tam sokak ruhu. Özellikle Saian gerçekten müthiş bir adam ve şu an belki de bu işte Türkiye'nin en iyisi. Bilgisi, birikimi ve müzikal çeşitliliği üst seviyede. DaPoet, Patron ve Karaçalı da diğer üretken protest rapperlar. Ortada ciddi anlamda bir öfke var ülkede ve dünyada dönenlere karşı. Takdir etmemek mümkün değil.

Şu video ise gerek görsel anlamda gerekse söyledikleriyle son yıllardaki en iyi parçalardan biri. 10 üzerinden 10

Feleğin Çemberine 40 Kurşun - Kinetik Tipografi from egemen soylu on Vimeo.

22 Aralık 2011 Perşembe

Jodaeiye Nader az Simin - A Separation

İzleyeni daha ilk dakikalarından bir vicdan muhasabesi yapmaya iten eşi benzeri olmayan bir İran filmi. Uzun süre bekledim, nihayet nete düştü ve izledim. Açıkcası izlediğim diğer İran filmleri kadar iyi olması bir kenara onlardan daha farklı bir yapıya sahip. Evet yine etkileyici, düşündürücü ama bu sefer izleyen ile değişik bir interaktif bağ kuran bir özelliği var bu filmin. 2011 yılında çok film izlediğimi söyleyemem fakat bunun kadar etkileyicisini bu sene görmedim. Film için daha ayrıntılı yazdığım yazı şurada..

12 Aralık 2011 Pazartesi

Yeraltı Geliyor...

Zeki Demirkubuz'un büyük bir heyecan ve merakla beklediğim "Yeraltı" adlı filminin ilk izlenimleri yayınlandı. Kitaba bayılmış biri olarak filmi çıktığı gibi görmek istiyorum. Aslında bu video 1-2 ay önce yayınlanmıştı ama garip bir şekilde netten kaldırılmıştı. Herneyse Sırrı Süreyya Önder ve Engin Günaydın biraz "Zeki" dedikodusu yapıyorlar. Çok keyifli.

9 Aralık 2011 Cuma

Lana Del Rey

Adını önce saygıdeğer indie müzik portallarından duydum, pek önemsemedim, 2-3 gün önce tekrar karşıma çıktı bu isim. Yeni albümü merakla bekleniyormuş. Merak ettim aslında ismi daha çok LaLiga takımlarının sıradan futbolcularını andırsa da sesi ve müziği hiç de öyle değil. Sözlerinde bir Amerikan alt kültür karmaşası ve sesinde garip bir hüzün barındırıyor. Özellikle bu Video Games çok tesirli.



Ve ben son 2-3 günden beri piyasada ne kadar parçası varsa indirip yolda, ofiste, evde her yerde bu bayanı dinliyorum. Gerçekten bahsedildiği kadar iyi. Wikipedia'da yazdığına göre ismi Lana Turner adında eski bir Hollywood oyuncusundan ve Ford'un eski bir modeli Del Rey'den geliyormuş.



Video kliplerinde de yine ismine yakaşır bol bol eski film ve video görüntüleri mevcut. Yeni albümünün ilk parçası "Born To Die" yine çok vurucu. Merakla takipdeyiz efendim...

25 Kasım 2011 Cuma

Yeni Bişeyler

Bu çok sevdiğim, çok güldüğüm "Moral Bozukluğu ve 31" filminde vardı. "İki mp3, bir tane de klip kaldı sonra uyuycam hem de umarım bu sefer televizyonu hiç açmıycam" diyor Onor Bumbum.



Grubun ismi pek fantastiko, keza parçalar da öyle. Arabesk sözler post punk gibi müzik



Bu da güzel, umut dolu.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Sonsuz Sokaklar - Bölüm 1

Dünyanın çeşitli yerlerinden sokak sanatçılarına ait çalışmalar. Adamlar yapmış.
Ayrıca tıkla büyük halini gör, ayrıntılı incele (Bence)


 

2 Kasım 2011 Çarşamba

Naked

İngiltere'nin en saygıdeğer yönetmenlerinden Mike Leigh'in izlediğim ilk filmi Naked. Ve başta gördüğüm en sıradışı karakterlerden Johnny olmak üzere, zekice diyalogları, iyi oyunculukları ve etkileyici müziğiyle bayıldığım bir film oldu Naked.


Adamımız Johnny'nin Manchester'dan Londra'ya eski sevgilisinin yanına gelmesiyle başlıyor film. Burada eski sevgilisinin ev arkadaşıyla yakınlaşıyor ve hikaye başlıyor. Aslında çok da abartılacak bir hikayesi yok filmin ama Johnny öyle bir karakter ki filmi ilginç kılıyor. İnanılmaz entellektüel, zeki ve cool, biraz geveze ve çok hazır cevap, geceleri sokaklarda dolaşıyor,bazen junkielerle takılıyor, kadınların evlerine sızıyor, onları zekasıyla kandırıyor ve geceyi geçirecek bir yeri oluyor. Çünkü o bir serseri, bir bakıma bir evsiz . Johnny'nin bu özellikleri yanında asıl kötü yanı cinsellik sırasında şiddete eğilimi olması. Buna 2-3 sahnede tanık oluyoruz. Dediğim gibi Johnny sinema tarinin enteresan karakterlerinden biri bir nevi Tyler Durden hatta. Filmin bir sahnesinde öyle bir diyalog var ki ağzımı açık bıraktı doğrusu. Yaklaşık 10-15 dakika süren müthiş bir diyalog barındırıyor bu film. Oldukça varoluşçu bir muhabbet. Bu diyalog adamımız Johnny ve bir güvenlik görevlisi arasında geçiyor işte bu sahnede Johnny, Tyler'in abisi gibiymiş gibi konuşuyor, sanki onun gelişini haber veriyor.




Benim filmde ters köşe olduğum nokta ise sanki hep doğaüstü birşeyler olacak diye beklemem oldu. Bazı diyaloglar ve garip müziği beni hep böyle bir final beklentisine itti. Genel anlamda hoş ve üzerinde uzun uzun düşünülecek bir film, bir de 2 kere izlenmesi gerek gibi geldi bana. O müthiş diyalogu ise filmi izlemeseniz de bir görün derim..






Bu arada tam bakamadım ama sanki sokaktaki junkielerden biri Trainspotting'deki Spud idi.

1 Kasım 2011 Salı

Top 10 Aşk Filmleri

İzlediğim filmlerden oluşturduğum tamamen kişisel aşk filmleri listem. Çok fazla aşk filmi izlemem ama nedense bir liste yapasım geldi. 10 Numaradan başlıyorum

10 ) Ghost (1990) - Jerry Zucker

Klasikleşmiş bir film ile başladım evet. Tv'de ilk yayınlandığı zamanlarda efsane olmuştu. O unutulmaz müziğinin de etkisi var. Bu arada Patrick Swayze'i de rahmetle analım

9 ) 50 First Dates (2004) - Peter Segal



Bu filme bayılıyorum. Romantik komedi dediğin böyle olmalı. Amerikan yavşaklığı tadında değil zekice bir mizaha oturtulmuş, yaratıcı bir aşk filmi. Asla klişe değil. Filmin yıldızı ise kesinlikle Rob Schneider


8 ) A Bout De Souffle (1960) - Jean Luc Godard

Godard'ın sinemayı baş aşağı çevirip silkelediği film. Yeni bir dönem başladı. Doğaçlama çekilen o meşhur sahneler gerçekten çok cool.




7 ) Gegen Die Wand (2004) - Fatih Akın

Berlin'de en iyi film ödülü almak kolay iş değil. Bu aşk filminde herşey var. Sevgi, gülümseme, nefret, kaybetmek ve belki de en çok acı. Ve yine unutulmaz bir soundtrack



6 ) Ah Müjgan Ah (1970) - Mehmet Dinler

Gözleri 4 defa lacivert Müjgan. Bu filmi askerde izlemiştim. Son ses ve onlarca asker ekrana alık alık bakıyordu,çıt çıkmıyordu. Ve eminim herkesin içi cız ediyordu.




5 ) Breaking The Waves (1996) - Lars Von Trier

Bess McNeill gelmiş geçmiş en iyi kadın performanslarından birine imza atıyor. İçimiz kıyılıyor, yok artık bu kadarı da olmaz diyoruz ama aşk yaptırıyor. İskoç aksanına ise ayrı hastayım.




4 ) Bin Jip (2004) - Kim Ki Duk

Aşk filmlerinin belki de en sessizi. Sadece finali için değil genel anlamda da en iyilerden. Bir de Natacha Atlas ve Gafsa



3 ) Chung Hing Sam Lam ( Chungking Express )(1994) - Wong Kar Wai

Sadece şu aşağıdaki sahne için bile izlenebilir bu film. California Dream, tarihi geçmiş konserveler, maket uçak, Hong Kong'un arka sokakları. Bu film bambaşka birşey. Defalarca izlenesi ve her seferinde ayrı bir ayrıntı keşfedilesi.



2 ) Krótki film o milosci (1988) - Krzysztof Kieslowski

Herhangi bir filmde gördüğüm aşkı sinema sanatına en iyi yansıtan sahnedir aşağıdaki bölüm. Daha güzel anlatılamazdı herhalde. Ruhun şaad olsun Kieslowski.



1 ) Kader (2005) - Zeki Demirkubuz



Fazla söze gerek yok. Benim sinema lügatımda gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biridir Kader ve tek kelime ile izlediğim en iyi aşk filmidir. Bekir gibi bir aşık da yoktur sinema tarihinde, yani ben görmedim

Hüsnü Arkan

Hüsnü Arkan'ın son albümünü çok beğendim.Yeni yeni dinliyorum. Birsen Tezer ile yaptığı bu düet albümün en vurucu parçalarından.



Bu ise 91 çıkışlı solo albümünden asla eskimeyecek bir klasik. Göz yaşartıcı ve parça tesirli



Sanırım melodinin benzerliği ve sözlerin içeriğinden ötürü "Uçurtmayı Vurmasınlar" filmine götürüyor bu parça beni.

Teşekkürler Hüsnü Abi

13 Ekim 2011 Perşembe

Korkoro

Tony Gatlif'in az önce seyrettiğim ve çok beğendiğim son filmi Korkoro.1943 yılında savaşın başladığı yıllarda, bir oraya bir buraya sürüklenen bir çingene ailesinin dramı kısaca özetlersek. Gerçek bir hikayeden esinlenmiş, diğer 2.Dünya savaşı filmleri gibi yahudi soykırımından farklı olarak bu sefer sadece savaşta değil her daim ezilen çingenelerin hikayesi söz konusu. Onları çok iyi tanıyan Tony Gatlif, Gadjo Dilo kadar etkili bir film yapmış bence. Yine müthiş karakterler,bol bol eğlence, en kralından müzikler, kemanlar, enstantaneler. Fakat bu bir gerçek hikaye ve nihayetinde dramı ve üzüntüsü de mevcut.

Fransanın Alman baskısında bulunan bir kasabasına gelen müzisyen çingene ailesi burada, belediyede çalışan ve aynı zamanda öğretmenlik yapan bir kadın ve veteriner bir abimizin yardımıyla kasabaya güç bela yerleşiyorlar. Bu ikilinin içten yardımları yeterli olmuyor. Irkçı halk ve tabi ki asker idaresindeki belediye onları istemiyor. Bu dram yönü ağır basacak hissi veren hikayede aslına bakarsanız çok eğleniyorsunuz bunu tabi Tony Gatlif'in hünerine borçluyuz. Film 1 dakika bile sıkmıyor,seyirciyi eğlendiriyor, müzikleri ve özellikle Taloche adlı deli bir çingenenin muziplikleri sizi ekrana bağlayacak eminim. Taloche'u oynayan kişiyi özellikle kutlamak lazım. Mükemmel bir oyunculuk var ortada, öyle böyle değil. Bu adam ya gerçek bir deli ya da süper bir oyuncu. Diğer oyunculuklar da harika mesela Çororo rolündeki küçük çocuk da müthiş. Müzikleri ise film biter bitmez sağda solda ramaya koyuldum. Filmin adı diğer Gatlif filmlerine nazaran dah az duyuldu gibi geliyor bana. Pek bahsedilmiyor bu filmden sinema ortamlarında. Yanılmıyorsam İstanbul Film Festivalinde de oynamıştı halbuki. Bu arada film ile ilgili şukela sinema dergisi Yeni Film 'in 20.sayısında Aylin Sayın adlı yazarın çok güzel bir yazısı bulunmakta, merak edenlere tavsiye ederim.



Tony Gatlif'in izlediğim 6-7 filminden sevmediğim hiç olmadı ama Gadjo Dilo ile birlikte Korkoro gerçekten çok çok iyi filmler. Mutlaka izleyin derim..

26 Haziran 2011 Pazar

David Bowie peygambermisin?

Ona İngiltere'de müziğin peygamberi diyorlar.Haksız sayılmazlar.2 parçayla bile bunu kanıtlayabilirim. Yıllar geçti ama bu kadar ayrı ama bu kadar etkili parçalar yapan çıkmadı.Ben vazgeçemedim bu ikisinden



14 Mayıs 2011 Cumartesi

La Rage - Keny Arkana - French Rap (English subtitles)

Keny Arkana'yı Açık Radyo sayesinde tanıdım. La rage inanılmaz bir parça. Anarşist ruhlara şiddetle önerilir.
"Eğer oy vererek bir şeyleri değiştirme imkanımız olsaydı, bu hakkımız kesinlikle elimizden alınırdı." - Keny Arkana -

7 Nisan 2011 Perşembe

Princesas

Beni oldukça etkileyen, hüzünle karışık gülümseme bırakan müthiş bir Fernando Leon de Aranoa filmi. Madrid'de 2 seks işçisinin hayallerini, sıkıntılarını ve yardımlaşmalarını anlatan tabanca gibi bir yapım. Küçük bir bütçeyle, mütevazi ama iyi oyunculuklarla ve hepsinden önemlisi hikayeyi sevdiren, seks işçilerine bakış açımızı değiştirecek kadar iyi yazılmış diyaloglarıyla çok farklı bir film. "Los Lunes Al Sol" ile kaybeden erkekleri müthiş bir şekilde resmeden yönetmen bu sefer kadınlar için yapmış yapıcağını. Öyle ki, bilmesem yönetmenin kadın olabileceğini idda ederdim. Paraya dayalı düzenin insanı hangi noktalara sürüklediği ve bunu aşmanın en efektif yolunun dayanışma olduğunu gördüm bu filmde. Ve hepsinden önemlisi bunu anlatım tarzı o kadar hayatın içinden ki, bazen bir Umut Sarıkaya karikatürü okuyormuş gibi hissettim kendimi. Los Lunes Al Sol da İspanya'nın Beleştepesi'ni gösteren yönetmen bu sefer bizi kısa bir süreliğine Athletico Madrid tribünlerine götürüyor.



Her sinemaseverin kendi keşfi bir filmi vardır bu da benim kendime armağanım. Bu film nasıl olduysa gölgede kalmış, üzerine pek bir şey yazılmamış, festivalllerde de hiç duymadık adını ama benim izlediğim en iyi filmler listemde üst sıralara adını yazdırdı. Ayrıca en sevdiğim müzisyenlerden Manu Chao 'nun en sevdiğim şarkılarından "5 Razones" sözleri ve ritmi ile filmi öylesine anlatıyor ki.. Ya şarkı bu film için yazılmış ya da yönetmen bu şarkıya bir film yapmış. Süpersiniz ellerinize sağlık. O eşsiz şarkının filmi özetleyen sözleri ise şöyle;

Eğer hayat sana verirse
Devam etmek için beş nedenden fazlasını
Eğer hayat sana verirse
Uyumak için beş köşeden fazlasını

Eğer hayat sana verirse
Ölmek için 5 milyondan fazlasını
Kendini zorlarsın
Gece gündüz
Kendini zorlarsın
Gece gündüz

Eğer hayat sana verirse
Katlanmak için
beş piçten fazlasını
Eğer hayat sana verirse
Devam etmek için
beş dersten fazlasını
Kendini zorlarsın
Gece gündüz
Kendini zorlarsın
Gece gündüz

Eğer hayat sana verirse
Devam etmek için beş nedenden fazlasını
Eğer hayat sana verirse
Uyumak için beş köşeden fazlasını
Kendini zorlarsın
Gece gündüz

22 Mart 2011 Salı

Mabel Matiz

 Mabel Matiz, ilk dinleyişte bana Düş Sokağı Sakinleri'ni andıran ve son güzlerde dinlemeden duramadığım şarkıların sahibi müzisyen kişiliğin adı. Çok net olarak söyleyebilirim ki son yıllarda Türk müziğinde eşine benzerine rastlamadığım bir söz yazma yeteneği var bu elemanda. Aslında şarkı sözü gibi değil de bir şiir formuna daha yakın. Besteler ise insanı kolay yakalayan,tanıdık gelen ve akıldan çıkmayan nitelikte ve Düş Sokağı Sakinleri, Yeni Türkü ve hatta Sezen Aksu bestelerini(Sezen Aksu coverları da var) andırıyor fakat sözlerde inanılmaz bir özgünlük söz konusu. Dikkat etmeden dinlendiğinde ergen romantizmi gibi gelse de sözleri yazı olarak gördüğümüzde "bu şiir hangi şairinmiş diyebilirsiniz?" Ayrıca parçalarına nakarat koymaması ve tek nefeste bitirmesi de müziğinin etkisini arttırıyor. Kadıköy'ün yeni ve güzide mekanlarından Gram'da sahne alıyormuş ara sıra. Canlı dinlemek keyifli olsa gerek. Müziklerinin web üzerinden yayınlıyormuş ve henüz basılmış bir albümü yok.Nasıl Birşeymiş derseniz ;





11 Mart 2011 Cuma

Kaybedenler Kulübü

90'lı yılların sonunda Kent Fm'de ve 2003'de Radio Hot'da yaptıkları programla gelmiş geçmiş en efsane radyo programına imza attı onlar. Özellikle Kent Fm'deki programlarını ilk gençliğimin de vermiş olduğu tecrübesizlikle çok ciddiye alırdım. Yaptıkları ironiyi farkedemeyecek yaştaydım evet ama yine de çok cool bir programdı. Kaan Çaydamlı motosiklet kültürü ( özellikle chopperlar), yemek ve mutfak bilgisi, superball, futbol( özellikle dünya kupaları ) ve ençok da belden aşağı, lafı sürekli sekse ve yatağa getiren yalnız bir adam izlenimi verirken. Mete Avunduk (ki kendisi şu an ki müzik zevkimin oluşmasında en büyük pay sahibidir) ise nispeten daha sessiz, lafı gediğine koyan inanılmaz plak arşiviyle dinleyenleri nostaljiye boğan tam bir Kadıköy adamı rolündeydi. Rolündeydi diyorum çünkü bir nevi rol yapıyorlardı. Asıl mesleklerine bakarsak Kaan'ın 6,45 yayınevi ortaklarından, Mete ise bar sahibi ve dj. Bazen şiir okuyolar, genelde başlarından geçen hikayeler çoğu zamansa uydurma hikayeler anlatıyorlardı.Dinleyiciye saygı onların kitabında yoktu. Kendi yarattıkları bir jargon vardı. "Kanca yapmak" , "Çok Yalnızım" , "Geçen Arkadaşlarla İçiyoruz" gibisinden her program en az 1 kere duyabileceğiniz kendine has cümleleri,deyişleri vardı. Dinleyiciyi bazen hiç sallamazlar bazense kafaya alırlardı. Erkekler arayınca genelde ters konuşurken bayanlarda konu yine malum mevzulara getirilirdi. Dinleyiciye "En son ne zaman seks yaptınız?" ya da "Hanımefendi sizinle yatmışmıydık?" (Filmde de kullanılmış bu cümle) gibi soruları rahatlıkla sorarlardı.Çoğu zaman aynı elemanlar,arkadaşları ararlardı,bizim bilemeyeceğimiz kendi aralarında geçen muhabbetleri döndürürlerdi. Özellikle bir "Erol Egemen" muhabbeti vardır ki hiç bitmez. Şu an netten eski birçok programın kaydını buldum ve arada açıp dinliyorum. Gayet eğlendiriyorlar.En süper anları da müzik çeşitliliği ile yaşıyorum Orhan Gencebay, Leonard Cohen, Beatles, Ian Brown, Bob Dylan, Zeki Müren, Bruce Sprinpsteen, Tanju Okan diye uzayıp giden benzersiz playlistleri vardı. Şu aralar bir sinema filmi projesi ile can beyazperdede can bulucak kahramanlarımız. İyi mi olacak kötü mü olacak şu an kestirmek zor. Bana sanki biraz büyüsü bozulcak o eski havası kalmayacak gibi geliyor .Underground bir oluşumun popülerleşmesi her zaman bir dejenerasyon yaratıyor çünkü.Özellikle Nejat İşler'i ne kadar oyunculuk anlamında başarılı bulsam da Kaan Çaydamlı ile bir türlü bağdaştıramıyorum.Yine de filmi merak ediyorum.Kaybedenler Kulübünün efsane kapanış konuşması ve parçası ile noktayı koyalım.

9 Mart 2011 Çarşamba

Såsom i en spegel

Ingmar Bergman'ın 61 tarihli siyah beyaz şaheseri tamamen varoloşculuk üzerinde ilerleyen bir film. Neredeyse günlük yaşama ait hiçbir iz barındırmayan ruhsal,içe kapanık ve izleyici ile arasına mesafe koyan bu Bergman filminde öyle bir görüntü yönetmenliği var ki insanın ağzını açık bırakıyor.Hikaye psikolojik tedavi gören genç bir kadın(Karin),onun kocası(Martin) ve erkek kardeşinin(Minus) yazar olan babalarının(David) adadaki evlerinde geçirdiği kısa sürede yaşadıklarından oluşuyor.Geçmişleri ile yüzleşmeleri,kadının bozulan psikolojisine ve değişik iç dünyasına ait detaylar filmi oluşturuyor.Filmin anlatım anlamında içine girmekte zorlansak bile ışık kullanımı,mekan kompozisyonları bizi ekrana bağlamakta yeterli oluyor.Teknik olarak oldukça cezbedici bir film yani.
Fimden notlar ve öne çıkanlar;
 
   *  Tanrı var mı yok mu? Bergman yine birçok filminde olduğu gibi bu sorunun peşinde film boyunca.Baba ve kadın karakterleri kullanarak farklı sorular soruyor,kafasındakileri iki farklı karakterle yansıtıyor bizlere belki de.

   *  Delirmek Tanrı'ya yaklaşmakla mı sonlanıyor? Ya da tam tersi Tanrı'ya yaklaşmanın sonu delirmek mi ? Filmde sorulan sorulardan biri de bu gibi geldi bana.

   *  David : "Gerçekler asla felakete yol açmaz."

   *  Minus : "Bütün insanlar kendi içlerinde tutsak mıdır?Sen kendi hayatında, ben kendiminkinde. Herkes kendi hücresinde."

   *  Karin'in odaya gitmesi ve orada yaşadığı tuhaf anlar,hissettikleri,gördüklerini anlatması, duyduğu sesleri geçek zannetmesi ama yönetmenin bunları bize asla göstermemesi filmi seyirci açısından zorlaştırırken tamamen diyaloglara odaklanmamızı sağlamış bir yandan da.

  *  Karin'in yaşadıklarına ve anlattıklarına açıkcası pek anlam veremedim. Belki de bir anlamı yoktu. Sadece deliliğe bir bakıştı.

  *  Oda mevzusu sanki Stalker'i anımsattı biraz bana. Bir de babanın yazar olması ve yazma yeteneğini yitirdiğini düşünmesi Stalker'deki yazarı getirdi aklıma.

  *  David : "İnsan kendi çevresine büyülü bir çember çizer ve kendi gizli oyunlarına uymayan her şeyi dışarıda bırakır.Yaşamın bu çemberi bozduğu her an oyunlar grileşir, küçülür ve gülünç bir hale gelir. O zaman insan hemen yeni bir çember çizer ve koruma alanı oluşturur." Filmde beni en etkileyen replik kesinlikle bu oldu.Müthiş..

   *   Sonuç olarak Bergman filmi "Tanrı sevgidir." mitiyle bağlamış. Bergman'ın kendine sorduğu sorularla bizi de düşünceye sevk etmeye çalışıyor.belki de böyle bir derdi yok bilemeyiz.Esasen sanatını icra etmiş ve gitmiş.Geride bıraktığı onlarca film izlenmeyi ve üstünde uzun uzun düşünülmeyi bekliyor..

Üçlemeyi oluşturan diğer iki filmi henüz izlemedim. Tamamlanınca ortaya ne çıkacak çok merak ediyorum.

7 Mart 2011 Pazartesi

Biutiful

Inarritu 2010 yılına kadar yaptığı 3 uzun metraj film ile günümüz sinemasının şimdiden saygıdeğer yönetmenlerinden biri oldu.2010 yılında ise bana göre kariyerinde hem bir zirve hem de bir dönüm noktası yaşadı Biutiful adlı bu şaheser ile.Bugüne kadar filmlerinde çalıştığı senarist Guillermo Arriaga ile yolunu bu film ile ayırıp,biraz da kendi geçmişinden izler taşıyan bir film yapmış.Ayrıca sadece senarist değişikliği değil kurguda da farklı bir yapı söz konusu bu filminde. Daha önceki 3 filmindeki "senaryoyu kes-karıştır-kurgula" metodunu bir kenara bırakmış yönetmen. Ve asıl sanatı adına en büyük yeniliği ise antikapitalist bir söylemi de hikayesine eklemesi ile yapmış bana göre.Bugüne kadar filmlerinde gördüğümüz o etkileyici dramatizm artık yalnız değil.Bu sefer karakter psikolojisi, kader,çaresizlik gibi alıştığımız temalarına bir de göçmenlik,iş güvenliği (güvensizliği) ,sadece para üzerine işleyen düzene eleştiri gibi sosyalist bakış açılarını da eklemiş.Bunu dünya sinemasında iyi yapan çok az yönetmen var.Inarritu'nun da bu yönetmenler arasına eklenmesi beni bir sinemasever olarak oldukça mutlu etti.Filmi izlerken büyük usta Ken Loach 'ın filmleri geldi aklıma.Onun sinemasına çok yakın ama aynı zamanda kendine özgü bir tarzı var Biutiful'un
Yazımın devamını sivrisinema'dan okuyabilirsiniz.




26 Şubat 2011 Cumartesi

The Good Heart

İzlandalı yönetmen Dagur Kari, Noi Albinoi ile sinemaseverlerin kalbini fethettiğinden beri Kuzey Avrupa sineması daha çok takip edilir oldu.Dagur Kari bu kez The Good Heart filmi ile kalbimizdeki yerini  daha da sağlamlaştırdı.Olduğu gibi, göründüğü gibi bir film bu.Tek kelim ile naif bir film diyebilirim.Yine kaybeden kahramanlar ve bu sefer bir bar filmi.Meşhur Barfly filmini izlemedeim ama bu izlediğim en iyi bar filmi diyebilirm.Bar kültürü ile ilgili müthiş bakış açıları,enfes diyaloglar,ders niteliğinde bilgiler var.


Konuya gelirsek kısaca şöyle;Evsiz barksız iyi kalpli Lucas hastanede kalp hastası bar sahibi huysuz Jacques ile tanışır.Jacques hastaneden çıktıklarında Lucas'i bulur ve ona bir teklifte bulunur.Sonrası ise eğlenceli bar felsefeleri ve 2 farklı hayatın acı tatlı yanları ile dolu müthiş bir hikaye.Jacques in yılların birikimi bar tecrübeleri,katı kuralları,bozuk bir ağzı ve hasta bir kalbi vardır,Lucas ise onun tam tersi karakterde iyi kalpli düşünceli ve paylaşmayı seven bir gençtir.Bu dostluğun sebebi ve sonuçları ise filmimizin spoilerini oluşturur.



Filmi sadece Dagur Kari sevenlere değil herkese öneririm.Oldukça eğlenceli,asla sıkmayan, zaman zaman komediye varan çekici bir tarzı var.Bazı sahnelerde Noi Albinoi 'ye göndermeler mevcut,müzikler ise yine Slowblow'dan.Oyunculardan Lucas'ı oynayan Paul Dano, Messi'ye ikizi kadar benzemekte.Daha önce Little Miss Sunshine'da pilot olmak isteyen evin delikanlısını ve There Will Be Blood'da küçük rahip rolünü başarı ile oynamıştı.Yeteneği tartışılmaz. Jacques'i oynayan Brian Cox un ise daha çok dizilerde oynadığını öğrendim.Dizi kültürüne uzak olduğum için kendisini sanırım ilk defa izledim ama o da inanılmaz oynamış,umarım devamı gelir.
Kısacası bu filmde hayat var,aşk var,arkadaşlık var.Filmi izleyip de sevmezseniz içkiler benden söz.