13 Kasım 2013 Çarşamba

Submarine Aydınlatır Geceyi

Son günlerde peşpeşe izlediğim, beni kendine hayran bırakan 2 filmi birleştirdim başlıkta okuduğunuz üzere. Biribiri ile alakasız bu şaheser filmlerin bende bıraktığı etkiyi nasıl anlatsam bilemiyorum.

Submarine'den başlayayım. İngiliz flmlerini oldum olası severim, hatta sinema tutkunu olmamda İngiliz yapımı filmlerin büyük etkisi vardır. Lakin Submarine tipik bir İngiliz filmi değil, hatta Galler filmi. Aslında Galler'de geçmesinden daha çok tarz olarak İngiliz filmlerinin soğuk ve son yıllardaki  gerçekçi örneklerinden konu ve içerik olarak yakında durmasına rağmen biçim olarak daha sevimli olmasıyla ayrılıyor.

Ada'nın soğuk ve gri yağmurlu iklimini, anlatımı, görsel doygunluğu ve Alex Turner'ın müzikleri ile kırmayı başarımış bir yapım. Veya şöyle diyelim Samimi bir film. Konu ergenlik. Konuyu duyunca burun kıvıranları görür gibiyim. Ergen romantizmine karşı ön yargılarınızı kenara bırakın ve uzanıp filmi izleyin. Kolayca içine girilen bir film Submarine. 14-15 yaşlarında Galler'de yaşayan bir lise öğrencisinin aşkı, hayal kırıklığını, saçma planlarını, ezikliğini, ebeveynlerini bir arada tutma çabasını, tüm bunlar ilgimi çekmez diyorsanız hiç olmazsa bari o enfes müzikleri için izleyin derim. Film bazen çok başarılı bir videoklip havasına bürünürken bazen de saf sinema olarak tarzını hissettiriyor.

Ve söylemeden edemeyeceğim filmi inanılmaz bir şekilde Wes Anderson filmlerine benzettim, hem aynı keyfi aldım hem de yeni bir film keşfettim. Sanat yönetmenliği, sevimliliği, müzikleri ve karakterizasyondaki başarıları beni zaman zaman bir Wes Anderson filmi izliyormuş hissine sürükledi. Tabii bu hava tüm filme hakim değil, kesinlikle bir taklitten söz etmiyorum.

Film bittikten sonra yüzümde bir gülümseme ve evden çıkıp mevzu bahis diğer filme gittim.

Başka Sinema adı verilen ne kadar teşekkür etsem az olacak bir oluşum sayesinde İstanbul'da en sevdiğim sinema olan Beyoğlu Pera sinemasında son İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışmada En İyi Film ödülü alan Sen Aydınlatırsın Geceyi filmini izledim. Özellikle beklediğim ve istediğim filmleri tek başına seyretmekten ayrı bir zevk alıyorum ne yalan söyleyeyim.

Her neyse, Onur Ünlü'yü severim Tv'de yayınlanan işlerinden önce de severdim, şu sıralar ise kendisine hayranlığım artmış durumda. Bu film de zaten kesinlikle sinemasında doruk noktası bana göre. Türk sinemasında farklı türleri bu kadar iyi harmanlayan, mizahın da romantizminde hatta varoluşçu öğelerin bile bu kadar dozunda verildiği bir film hatırlamıyorum. Karakterler her zamanki gibi müthiş. Bu film hangi modda olursanız olun kaldırabileceğiniz, bir kendini iyi hisset/kendini kötü hisset filmi. Kadro enfes. Ve bu filmde de tıpkı Submarine'de olduğu gibi yoğun bir müzik kullanımı var. Film için seçilen 2 parça da çok güzel özellikle Mreyte ya Mreyte adlı Arap parçası bu dünyaya ait olmayacak güzellikte. Fakat sadece 2 parça kullanıldığı için bazen biraz bayabiliyor.
Bu filmde o kadar güzel ayrıntılar, o kadar unutulmaz sahneler var ki buraya ne yazsam eksik kalacak. Diyaloglar, ışık kullanımı, görselliği, filmin ritmine aykırı sahneler, fantastik öğeler hatta gore sahneler birbiri ile alakasız ve uyumsuz görünen onca parça bir bütünlüğü çok güzel oluşturmuş. Kısacası film çok cömert size ne isterseniz sunuyor. Salondan ayrılırken filmin beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim açıkcası. Aldığı ödülü de sonuna kadar hak etmiş görünüyor.

Kötü hissettiğim bir günde beni hayattan koparıp sinema  denilen onsuz yapamadığım bir dünyaya beni sürükleyen bu 2 filmde emeği geçenlere teşekkür etmek isterim buradan.





22 Şubat 2013 Cuma

Holy Motors

Fransız aykırı ve tuhaf sinemacı Leos Carax'ın son filmi Holy Motors son zamanlarda izlediğim en farklı filmlerden. Listeme sadık kalarak çok film izliyorum yine bu aralar ama listeden her zaman tavşan çıkmıyor. Herhalde son 1 ayda izlediğim en iyi film Holy Motors oldu diyebilirim. Zaten afişi traileri falan gördüğümde insanı yamultacak bir şeyler olduğu belliydi, beklenti de arttı dolayısıyla.
Başrolde Carax'ın Mauvais Sang filminde de izlediğim çok sevdiğim adamlardan Denis Lavant var ve inanılmaz bir performans sergiliyor. Afişlerde adı geçen Kylie Minogue ve Eva Mendes sizi heyecanlandırmasın rolleri çok az. Özellikle Eva Mendes 5 dk bile yok. Herneyse filmin açılış sahnesini çok etkileyici ve Carax bizzat kendi oynamış. Film tam bir soru yağmuru şeklinde başlıyor, ilerliyor, yine kendimize ve yönetmene sorularla bitiyor Bu hayatın ne kadarı rol ne kadarı gerçek? Sahneye çıkan biz kime ne için rol yapıyoruz, gerçek yüzümüzü nerede, ne zaman ve kimlere açıyoruz kendimizi? Kameralar, üzerlerinde website yazan mezar taşları, güzellik-çirkinlik, tuhaf arabalar, bilgisayar oyunları daha nelere neler, filmde küçük ama yerine giden taşlar var.
Bu arada bu filmi rol içinde rol olarak Türkçe'ye çevirirdim ben olsam. Teknik olarak bakarsak çok belirgin bir tarzı olmayan, belli bir türe dahil edemeyeceğim oldukça sıra dışı bir film. Diyalog çok az bu yüzden bazen sıkabiliyor. Fakat arabanın içinde geçen malum diyalog(izleyenler anlayacaktır) filmin hemen hemen tüm ana fikrini dışa vuruyor(Bu arada araba ile anlatılmak istenen nedir o da ayrı bir konu).Sahne geçişleri çok iyi bağlanıyor, müzikler ise bana göre filmde ayrı bir öneme sahip, çünkü bazı sahnelerde çok yoğun ve uzun tutularak bir şeyler anlatmak ister gibiydi, tabii Kylie ablamız da bir parça patlatıyor. Yine burada böyle yazarak anlatamayacağım tipte bir film bu. Parça parça kısa film tadında da izlenebilir aslında. Farklı film arayanlar, düşün taşın boktur işin bir film işte. Hala daha düşünüyorum bu sebeple benim kriterlerime göre iyi film. Trier'in de dediği gibi iyi film ayakkabı içinize giren ve sizi rahatsız eden küçük bir taş parçası gibidir.